Antalya’nın tarihi semti Kaleiçi’nde, Selçukluların fethi sonrası kiliseden camiye çevrilerek, Şehzade Korkut’un adının verildiği camide, 1896 yılında yangın çıktı. Kubbesi ve minaresinin ahşap külahı yanan cami, büyük hasar görünce ibadete kapatıldı. Zaman içinde yenilenmemesi yüzünden camiye, halk arasında ‘kesik minare’ denilmeye başlandı. Daha önce 6 kez müdahale edilen, en ciddi restorasyonu 1974’te yapılan Şehzade Korkut Camii’nin yeniden ibadete açılması için dönemin valisi Münir Karaloğlu tarafından başlatılan çalışmalar kapsamında, 2017 yılının Nisan ayında ihalesi yapılarak restorasyonuna başlandı.
123 YIL SONRA KÜLAHI YERİNE KONULDU
Selçukluların Antalya’yı fethiyle ‘fethin sembolü’ olan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise 2’nci Bayezid’in oğlu Şehzade Korkut’un Teke Sancak Beyliği’ne atanmasıyla onarılan caminin restorasyonu kapsamında, 2019 yılında ‘kesik minare’ olarak anılmasına neden olan minaresine 123 yıl sonra ahşap külah takıldı. Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait tüm izlerin korunarak müze-cami konseptiyle restore edilen cami, 10 Ocak’ta kılınan ilk namazla birlikte 126 yıl aradan sonra yeniden ibadete açıldı.
15 ASIRLIK CAMİ
Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Coşar, Şehzade Korkut Camii’nin 15 asırlık ve 2 bin 500 yıl öncesine kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kaleiçi’nin simge eserlerinden biri olduğunu söyledi. Coşar, “Kaleiçi, 2 bin 500 yıl önce medeniyetin olduğu ve çok kadim bir şehirleşmeye sahip. Şehir meydanı dediğimiz bu bölümde geniş alanda agora tabir edilen meydanın köşesine kilise olarak yapılmış sonrasında çeşitli dönemlerde her medeniyet kendine göre değişiklikler yapmış. Selçuklulara kadar geliyor ve Türklerin Antalya’yı fethetmesiyle birlikte burası camiye dönüşüyor. Şehzade Korkut’un isminin verilmesinin sebebi de minaresini Şehzade Korkut yapmış ve bu yörenin aslında tek şehzade camisi olması nedeniyle de çok önemli” diye konuştu.
Camide 1896’da çıkan yangında çatısı ve minaresinin ahşap külahının yandığını, camide büyük hasar oluşması nedeniyle kullanılamaz hale geldiğini anlatan Hüseyin Coşar, minarenin külahının yanması nedeniyle de ‘kesik minare’ denilmeye başlandığını kaydetti. Sonraki yıllarda da çöplüğe dönüştüğünü ve bakımsızlıktan yapının yüzde 50’den fazla kısmının yıkılarak bugüne kadar geldiğini aktaran Coşar, en son 1976’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptığı onarımın, bugünkü restorasyon tekniklerine uygun olmasa da yapının kalan kısımlarını ayakta tuttuğunu ve bugüne kadar geldiğini söyledi.
7 DÖNEMİN İZLERİ KORUNDU
Restorasyona ilk başlandığında çok ciddi statik sorunlar yaşandığını, başladıktan sonra bile bazı alanların yıkıldığını ve yeniden yaptıklarını anlatan Coşar, “Hummalı bir çalışma oldu. 80 kişilik bilim heyeti oluşturuldu, koruma kurulları ve kendi uzmanlarımızın ciddi desteği oldu çünkü burada temel amacımız şuydu; 7 farklı dönem var ve bu 7 dönemi de yansıtmamız lazım. Dışarıdan biri geldiğinde ‘Şurası Helenistik, şurası Roma, şurası Bizans, burası Selçuklu, burası Osmanlı, burası Cumhuriyet ve şurası da 2018’den sonra yeni yapılmış’ gibi insanların görebileceği bir müze-cami fonksiyonu verme düşüncesindeydik. Bunda başarılı olduk, gerçekten çok zor bir işti” diye konuştu.
AVLUSU DA AÇIK HAVA MÜZESİ
Beden duvarının 39 santimetre kayıkken, sökülüp yeniden örüldüğünü, derz aralarında küçük tuğla parçalarını bile numaralandırıp aynı yere koyduklarını dile getiren Vakıflar Bölge Müdürü Coşar, “Şu an bakıldığında hiçbir ayrım görülemez. Restorasyonu yaptık ve ibadete açıldı. Açık hava müzesine dönüştürülen avlu kısmında da restorasyona başladığımızda monopterosun (bir çatıyı destekleyen ancak duvarları olmayan dairesel sütun dizisi) yarısı gözüküyordu, yarısı da yolun altındaydı. Roma dönemine ilişkin çok önemli yapı fakat kaldırım altında kalmıştı. Üzerindeki kalıntı da köşedeydi. Koruma kurulundan izinle kazı yapıldı ve monopterosun tamamı çıkarıldı. İbadet etmek isteyene de ziyaret etmek isteyene de iyi bir alternatif olacak” dedi.
Comments
Loading…