Turizm sektörü, olmazsa olmazımız, can damarımız.
Bu sektör, ekonomik kalkınmanın ve kültürel alışverişin en önemli dinamiklerinden birisi. Ülkeler, doğal güzelliklerini, tarihî miraslarını ve kültürel değerlerini dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilere sunarken, bu konuda elde ettikleri büyük gelirler ile dikkat çekiyorlar.
Özellikle ülkemizde son dönem, parlak geçen geçmiş yıllara oranla, durağan bir performans ile karşılaşıyoruz. Kime gitsem, kime sorsam geçen yıllara özlemle, düşük bir mod ile karşılaşıyorum. Havayollarından, otellere, otellerden acentelere, acentelerden esnafa kadar herkeste bir mutsuzluk ve gelecek endişesi görüyorum. Bu sene zor bir sene. Bunun böyle olacağının sinyalleri çok daha önceden alınmıştı aslında.
Bunun nedenleri arasında hepimizin çok iyi bildiği gibi ülkemizin içinde bulunduğu enflasyonist ortam ve pahalılık, kurların sabit ilerlemesi, yabancı turistlerin pahalı olan bir destinasyona gitmek istememeleri, Mısır gibi benzeri ülkelerin atağa geçmesi daha çok tercih edilmesi, üç bir yanımızı saran savaş senaryoları, bir dönem ülkemiz için iki önemli ana pazarı olan Ukrayna ve Rusya Savaşının devam etmesi etkili sebepler…
Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere, turizm olmazsa olmazımız. Ancak bu sektörü de gelecekte bekleyen ciddi sorunlar var. Bunlar arasında çevresel sürdürülebilirlik, iklim değişikliği, aşırı Turizm (Overtourism), kültürel erozyon ve kimlik kaybı, olası pandemi senaryoları, güvenlik ve politikası riski gibi konuları sayabiliriz.
Çevresel Sürdürülebilirlik büyük önem taşıyor!
Turizmin yoğunlaştığı bölgelerde çevresel sorunlar giderek artıyor. Özellikle kitlesel turizmin etkisiyle doğal kaynakların tükenmesi, habitat kaybı ve çevre kirliliği gibi ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Örneğin, deniz kıyısındaki ünlü destinasyonlar, aşırı yapılaşma ve atık yönetimi sorunları nedeniyle ekosistemlerine zarar veriyor. Bu durum, doğal güzelliklerin bozulmasına ve turistik cazibenin yok olmasına neden oluyor. Özellikle ülkemizde çarpık yapılaşma dikkatlerden kaçmıyor.
Sürdürülebilir turizm politikalarının hayata geçirilmesi, bu konuda acil bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor. Son dönem popüler hale gelen bu söylemin eyleme geçmesi amacıyla birçok işletme yoğun bir tempo zaman harcıyor. Bunu da görmüyor değiliz ama yeterli mi? tartılıştır diye düşünüyorum.
İklim değişikliği ve su sıkıntısı dikkat çekici boyutlara ulaştı
İklim değişikliği, turizm sektörünü doğrudan etkileyen en önemli sorunlardan biri. İnanın çok yakında su bulmakta çok zorlanacağız. Yağmur yok, kar yağmıyor. Mevsimler eskisi gibi değil. Kaynaklarımız her geçen gün kuruyor. Göller yok oluyor, su kaynakları yok oluyor. Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyı bölgelerindeki turistik alanların yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Örneğin, Bodrum gibi müstesna bir tatil destinasyonumuz susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya. Ayrıca, artan sıcaklıklar, hortum, dolu, gibi ekstrem hava olayları, turizm sezonlarının değişmesine ve bazı bölgelerde turizmin tamamen durmasına yol açabilir.
Bu nedenle, turizm sektörünün iklim değişikliğiyle mücadele stratejilerini hızla geliştirmesi ve uyum sağlaması gerekiyor.
Aşırı turizm kontrol altına alınmalı!
Son dönem bu haberler ile çok sık karşılaşmaya başladık. Dünyada bazı turistik destinasyonlar, aşırı turizm sorunu ile mücadele etmek zorunda kalıyor. Dünyada başta İspanya, İtalya gibi ülkelerde bazı ünlü tatil destinasyonlar, artık turist istemiyor, bu konuda eylemler yaparak dikkat çekiyorlar. Örneğin, tarihi şehir merkezleri ve doğal güzellikleriyle ünlü bazı bölgeler, turist akını nedeniyle yerel halkın yaşam kalitesinin düşmesine neden olduğunu ısrarla vurguluyorlar. Aynı zamanda, bu yoğunluk kültürel ve doğal mirasın zarar görmesine yol açabiliyor.
Bu durum, hem turistler hem de yerel halk için olumsuz sonuçlar doğuruyor. Bu sorunun çözümü için, ziyaretçi sayısının kontrollü bir şekilde yönetilmesi ve alternatif turizm rotalarının teşvik edilmesi önem taşıyor. Ülkemizde durum, Mevlana’nın dediği gibi ‘Ne olursan, gel!” söylemi ile devam etse de, plansızlık ve kaynakların azalması nedeniyle, çok yakında aynı sorunların burada da başlaması muhtemel gibi gözüküyor.
Pandemi sonrası dönemde turizmi iyi irdelemeliyiz!
Turizm o kadar kriz yaşıyor ki. Yazmaya kalksak her iki-üç yılda bir ciddi bir kriz ile baş başa kaldığımızı görebiliyoruz. Körfez krizi, kuş ve domuz gribi krizi, savaşlar…
İşte bunlardan sonuncusu da COVID-19’du. Pandemi, turizm sektöründe eşi benzeri görülmemiş bir kriz yarattı. Seyahat kısıtlamaları, karantinalar ve sağlık endişeleri nedeniyle dünya genelinde turizm neredeyse durma noktasına geldi. Bırakın turizm yapmayı, evden çıkamaz hale geldik. Bu da gösterdi ki, sektör, olası gelecekteki pandemilere karşı daha dayanıklı hale gelmesi için uzun vadeli stratejiler geliştirmelidir.
Son dönem ortaya çıkan Maymun Çiçeği hastalığı konusu da es geçilmemeli, ciddiye alınmalı, bu konuda neler yapılabileceği şimdiden sektör tarafından mercek altına alınmalıdır.
Kültürel erozyon ve kimlik kaybı yaşamayalım!
Turizmin yaygınlaşması, kültürel değerlerin ve yerel kimliklerin erozyona uğramasına neden olduğunu da üzülerek görmekteyiz. Popüler turistik bölgelerde, yerel halkın gelenekleri ve yaşam tarzları kaybolmakta, turistin beklentilerine göre şekillenmektedir. Bu durum, o bölgelerin kültürel deneyimlerinin kaybolmasına ve kültürel çeşitliliğin azalmasına yol açmaktadır. Kültürel turizmin desteklenmesi ve yerel halkın turizmden adil bir şekilde faydalanmasını sağlayacak politikaların geliştirilmesi, bu sorunun çözümünde kritik öneme sahip diye düşünüyorum. Turizmi konuşurken, sadece havayolu, acente, otel değil, içinde esnaf ve kültürel değerlerin yer aldığı yerel kimliklerin de varlığını unutmamak gerekiyor.
Bunların tümünü bir arada tutan bir turizm anlayışı o bölgeye daha çok kazandıracaktır, farklı bir kimlik kazandıracaktır.
Turizmi etkileyen en önemli konuların başında, güvenlik ve politika Riski geliyor!
Turizm sektörü, hepimizin bildiği gibi siyasi istikrarsızlık, terör saldırıları ve doğal afetler gibi dış faktörlerden büyük ölçüde etkileniyor. Bu tür riskler, turistlerin güvenlik kaygıları nedeniyle belirli destinasyonlardan kaçınmasına neden olabiliyor. Sektör, bu tür olaylara karşı daha dirençli hale gelmek için kriz yönetimi ve iletişim stratejilerini güçlendirmelidir. Güvenlik risklerinin minimuma indirilmesi ve turistlerin güvenini yeniden kazanmak için uluslararası iş birliği ve diplomasi de önem yaşıyor. Ülkemiz üç bir yanında yaşanan kargaşaları izlemektedir. Ortadoğu’da yaşanan İsrail-Filistin savaşı, İran’ın müdahil olup olmayacağı, Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar, Rusya-Ukrayna Savaşı ve gelişmeleri Türk Turizmini doğrudan etkileyen çok ciddi ve kaygı veren durumlar oluşturmaktadır.
Umudumuz bu kargaşaların bir an önce bitmesidir.
Her şeye rağmen, inadına turizm!
Turizm sektörü, karşı karşıya olduğu bu sorunlarla başa çıkabilmek için yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler geliştirmek zorunda. Çevreye duyarlı turizm uygulamaları, iklim değişikliğiyle mücadele stratejileri, aşırı turizmi dengelemek için ziyaretçi yönetimi, kültürel değerlerin korunması ve güvenlik önlemleri, olumlu ekonomik gelişmeler, sektörün geleceği için hayati öneme sahiptir. Ancak bu sayede, turizm hem ekonomik bir lokomotif olma özelliğini sürdürebilir hem de dünya genelinde kültürel ve doğal zenginliklerin korunmasına katkıda bulunabilir.
Turizme inanıyorum. Her şeye rağmen turizm, ülkemizin can damarı olan bir sektörü. Tüm bu olumsuz koşulara rağmen,pozitif düşünerek ve yanlış yapmayarak, bindiğimiz dalı kesmeyerek, inadına turizm diyorum!
Comments
Loading…