Bu hafta benim kalem oynamaz diye düşünerek, Ebru Hanımı aradım, ‘Bu hafta yazmasam olur mu’ diye sordum. O da ‘tamam yazma’ dedi. Bu rahatlıkla televizyonda Adele’in Pazar Konseri, elimde Kuyucaklı Yusuf anı yaşamaya başladım. Yavaş yavaş Adele’nin sesi kısılıyor, Yusuf’un hüzünlü hikâyesi beni sarıp sarmalıyordu, kitap bir film gibi gözlerimin önünden akıp gidiyordu, baktım kitabın bitmesine fazla sayfa yok, ben bunu yazmalıyım fikri beni sarıp sarmaladı, kalem ve kâğıda doğru yol almaya başlamıştım bile, o kısacık mesafede ben bu kitabı bugüne kadar nasıl okumadım pişmanlığını yaşadım an be an, peki ne anlatıyordu kitapta, beni bu kadaretkiledi, son sayfada Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki o meşhur repliği ‘Bat dünya bat’ beynimde dönmeye başladı.
Kuyucaklı Yusuf bir yetimin hikayesi, çocuk yaşlarda annesini babasını kaybeden, bir kaymakam tarafından evlat edinilen, Aydın’ın Nazilli ilçesinin Kuyucak köyünde yaşayan, gerçek bir karakter… Sabahattin Ali Yusuf’la Aydın cezaevinde tanışır, onu dinler etkilenir yaşadıklarını yazar ve ortaya ‘Kuyucaklı Yusuf’ romanı çıkar, bir dönem yasaklanan kitap(nedenini hala anlayamıyorum) daha sonra yasaktan kurtulur ve Milli Eğitim Bakanlığının tavsiye ettiği 100 temel eser arasına girer. Kitabın kurgusu gibi devlet tarafından gördüğü muamele gerçekten ilginç…
Kitap, ‘’1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın’ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler” diye başlar… Bu Yusuf’un hikayesinin ne kadar acı başladığını ve daha yürek burkucu acılarla karşımıza çıkacağını gösteren bir işaret fişeği gibi önümüzde duruyor. Yusuf’un içinden geldiği Anadolu kültürü ile şehirden gelen kaymakam beyin fikirleri bir türlü uyuşmuyordu. Sabahattin Ali bu açmazı şöyle anlatıyordu: ‘’Hakikaten ,ne yaparsa yapsın kimle arkadaş olursa olsun alışamıyordu bu şehirlilere vesselam.’’ Fakat biri vardır Yusuf’u çıkarsızca seven, onu kabul eden üvey kardeşi Muazzez…Muazzez Yusuf’un tek umudu onca acıdan sonra tam şimdi mutluluğu buldum derken Yusuf, bir yandan yoksulluk, bir yandan kötü insanların sistematik bir şekilde üstlerine gelmesi bir kaçış arayışına sokar bu ikiliyi, kaçarlar fakat Muazzez yaralanmıştır, Yusuf elleri ile toprağa verir sevdiceğini …’Ah’ diye bağırdıktan sonra ,yumruklarını sevdiği kadının üstünü örten toprağa sokar ve tekrar onu bağrına basmak ister ama yapamaz…Eğer bu sahne gözünüzün önüne geliyorsa ve gözleriniz doluyorsa, sizin de hüzünlü yoğurulan bir kalbiniz vardır diye düşünüyorum.
Bu kitap hayata bir şekilde tutunamayan Yusuf’un hikâyesi, dönemin Anadolu insanının yaşadığı yoklukların, devlet ve para babalarının arasında kalmış yürekli insanların hikâyesidir. Bu hikâye çağlar geçse de güncelliğini yitirmeyecektir diye düşünüyorum, çünkü her dönemde ezen, ezilen, horlanan, horlayan karakterler olmalı ki sistem ayakta kalabilsin ne yazık ki bu böyle, ben Kuyucaklı Yusuf’a üzüldüm, içlendim ona, içimden ‘’Ah Bir Ataş Ver’’ şarkısının ‘’Çatal olur efelerin yüreği’’ dizelerini armağan ettim, umarım yerine ulaşmıştır.
Kitap gerçekten okunası, okunmalı, gerçek bir hikaye olması sebebiyle bu toprakların türküsü, her Yusuf’un kalbinde bir Muazzez acısı hep var olacaktır. Mutsuz sonlar bizi üzse de hayat kadar gerçek oldukları aşikâr…
İyi okumalar dilerim…
Yorumlar
Loading…